10 Şubat 2010 Çarşamba
özlemini kağıtlara döken bir aşık...
hala alışamamış yokluklara...
ölümlere..
sevdiğinin yerine koyamamış başkasını...
ve hala özlemekte...
bakın ne güzel anlatmış..
şimdilerde bir türkü tutturmuşum ki sormayın gitsin,
her söz, her mısra bir yüreği bu kadarmı yakar,
şimdilerde bir şişe daha ister onunda dibini görürüm sanırım,
midem kabul ettiğince...oysa nede güzel başlamıştı,
bir çift hiçmi kavga etmez Allahım...
küçük tartışmalar elbetteki oldu ama
her defasında minik bir öpücük tüm sorunları halletti,
mesela hiç başka yastıklara başımızı koymadık,
hatırlarmısın iş için gittiğim bir gün sende annenlere gitmiştin
dayanamamış gecenin bir yarısı kalkıp gelmiştim.
bugün sanırım beş yıl oldu, beş yıl önce çekip gittin ama
bu sefer annenlere yada bir arkadaşına değil
çok uzaklara gittin,gözlerimde artık iyi seçemiyor,
daha geçen gün Furkan ile Cemi karıştırdım
şimdi nasılda gülüyorsundur kimbilir.
evet torunların her gün seni soruyor söyleyecek bir şey bulamıyorum ,
İstanbul kızımız oda suskun ,bir şeylerin ters gittiğini oda biliyor ama
ben mutluyum, yakında sana geleceğimi söylüyor doktor...
şimdilerde biraz suskun,
şimdilerde biraz mutlu,
şimdilerde toprakla sözlü,
azraille nişanlıyım
şimdilerde ölümü bekliyorum...
Gürkan Akan
8 Şubat 2010 Pazartesi
Günümüzün Aşkı..
Günümüzün aşkları görünmek istiyor. Kıyıda köşede gizlenmek istemiyor, bilinmek, ilân edilmek, ses çıkarmak istiyor. Özlemek istemiyor âşık, hemen kavuşmak istiyor, chatleşmek, mesajlaşmak, cep telefonuyla onu hep kapsama alanında tutmak, hapsetmek, boğmak istiyor. Aşk, beklemeye tahammül etmiyor. Âşık sevmek değil sevilmek derdinde. Sevilsin, şu karanlık dünyada kendisine bir ışık dehlizi açılsın, bu dünyada sevilmeye değer olduğunu birisi kendisine söylesin istiyor. Yücelmek için yüceltiyor, sevilmek için seviyor. Istıraba tahammülü yok, yanmaya gelemiyor, varlığını alevde eriten bir pervane yerine kandile sitem okları yağdıran bir pervane olmayı yeğliyor. Gürültü yapıyor. 'Ne olur beni sev!' diye ulu orta bağırıyor, sessiz bir ağlayışla yapılmadığı için bu çağrı, masum bir yakarı olmadığı için ötelerden yankı bulmuyor.Aşk artık sessizliğe katlanamıyor. Âşık sanıyor ki ne kadar ses olursa o kadar iyi anlaşacak, çıkardığı sese karşılık bir ses istiyor, iniltisine bir iniltiyle cevap verilsin istiyor. Oysa o cep telefonu her çaldığında sesler daha bir anlamsızlaşıyor. Hiçbir şey iletmeyen, bir çağrı, bir duygu taşımayan her konuşma insanı kendi zindanına daha da çok gömüyor. Fazladan sarf edilen her kelime, oluş çabasıyla sınanmamış her söz, sevgiliyi sırlar mağarasına daha çok çekilmeye mecbur ediyor. Fuzulî sözler aramıza sırlardan bir duvar örüyor. Aşkın işlevi eskilerde perdeleri yırtmak iken şimdilerde örtülere bürümek. Sevgiliden saklanmak ve kendinden saklanmak. Oysa âşığın feryadı susuşunda gizlidir. 'Ancak söylenemeyen aşk aşktır' diye yazmıştı Blake. O asırlar öncesinden seslenen Mevlâna'yı yankılar gibiydi : 'Dil, kelimeler pek çok şeyi açıklar ama aşk, üzerine kelimeler düşmediğinde daha berraktır'. İnsanların mezar taşlarından ve kitabelerden daha çok bildikleri vehmiyle durmadan konuştukları bir çağda, gökler susuyor. Ve aşk, günümüzde yaramaz bir çocuk gibi tepinip yaygara koparıyor. Modern dünya her türlü tasallut aletiyle suskun âşıkları bertaraf ediyor. SMS'ler, chat odaları, telefonlar insanın iç uzayını boş yer bırakmamacasına dolduruyor. Sessizlik bütün asaletiyle hayatımızın her cephesinden geri çekiliyor. Ruhumuzun kıyılarını döven ses dalgaları bize ne bir özlem duygusu ne de bir kavuşma heyecanı bırakıyor. Hız ve gürültü, sonunda aşkın yüzlerce yıllık anlamını da yutuyor.
ALıntı...
'e b r u y a d a i r'
Ateş denizi.
Gül bahçesi.
Renk fırtınasıAşk seması.
Işık ve bakış.Su üzerinde buluşuyor.
Renk ve ahenkSuya koşuyor.
Aşkın yüzü suyu hürmetineateş suya konuk oluyor.
Gül suda diriliyor yenidenRenk kalbin derûnuna damlıyor
Su coşuyor, aşk oluyor, ateş oluyor, alev alıyor.
Su yakıyor ve yanıyor.Rahmet su yüzüne çıkıyor
Celal ve Cemal dalga dalga nöbetleşiyor
Bir manevi yangın oluyorbir uhrevi serinlik sunuyor ebru...
Yerçizgisi ile gökçizgisi suya düşen renklerde birleşiyor.
Öylesine belirsiz, öylesine elden gelmez bir form oluyor ebruVe ebruzen Yer ile gök arasında.. Göklerin ötesini yere indirmeye çalışıyor.
Kalbinde beslediği sözsüz şiirleri su üzerine nakşetmeye çalışıyor.
Hep güzel gören gözleri, güzel bakışlarla süslüyor.
Gören gözün ışığı ebru, renk renk
Ve gayba aşina gönlün, gördüğüne razı gelmeyen aklın ayinesi,
Işıltılı, büyülü, ayartıcı.
Aşkı ve tevhidi bir kor tereddüdüyle Avucunda tutmaya çalışıyor ebruzen.
Gözleri güzelle süslemeye niyetli.
Boyanın su üzerinde kaotik dansındannice gönüllere güzeller devşiriyor.
Ebruzen aşkını suda arıyor.Ve buluyor da....
'Güzellik bakanın gözünde saklı' diyor ebruzen..'
Baktığınızı bakışınızla güzel eylersiniz.'
Aynı zamanda, aşkın en yalın tarifi buMecnunun Leylâsı neyse,
ebruzenin ebrusu o.Önce ebruzeninin gözünde güzel ebru
Ebruzen güzel baktığı için güzel görüyor,
güzelin yüzünü öylece su üzerine düşürüyor. ...
Ebrunun verdiği huzur meğer toprağa yakın oluşundan geliyormuş
Sanatkar, semayı temsil eden herşeyi toprak renklerine yansıtıyor
Modern sanatın aksine çığırtkan ve saldırgan renklerle değil,
mutevazı toprak renkleriyle açıyor gönülleri.
Ebru, su üzerindeki toprak renklerinden oluşuyor.
Belki bu yüzden, ebru biraz dünya biraz insan...
Ebru, bir nefis terbiyesi.
Modern yaşamın herşeyi determinist kalıplara vuran anlayışının aksine,
belirsizliğe razı olmayı belletiyor, beklemeyi ve tevekkülü öğretiyor.
Ebruzen eserinin son halini başından belirleyemiyor.
Suyun ve boyanın esrarlı dansı, renklerin ve biçimlerin salınışları arasında
sadece bekliyorsunuz
Tek bir yaprağın kıpırtısına bile bigane kalmayan
Küllî İradeninniyetinizi gerçeğe döndürmesini bekliyorsunuz.
Ebru biraz da kaderi öğretiyor.
En küçük ve sıradan eylemlerinizin
Kainatın Sahibince nasıl da ciddiye alındığını farkediyorsunuz.
Sonsuz gökyüzü altında ve yeryüzünde değersiz ve terkedilmiş olmadığınızı anlıyorsunuz.Rengarenk bir ayinede, ebruda, kendinizi yeniden keşfediyorsunuz.
'Ebruyu elinizle değil gönlünüzle yaparsınız' diyor ebruzen.
'Zaten sanatkâr yeni bir şey yapma iddiasında değildir,
sadece var edilmişi yansıtır.Tasavvuf tabiriyle, '
batını zahire çıkarıyor' ebruzen.
Kainat sayfalarında saklı güzellikleri gün yüzüne çıkarıyor..
Ebru, su üzerine kurulu evreni yine su üzerinde tasvir ediyor.
Ve aslında bu fonksiyonuyla aşkın yine başladığı yere, yani bakışa,
güzel bakışa dönüşünü temsil ediyor.Ebru, kainatla birebir örtüşüyor.
Modern fiziğin teorik tasvirlerle yakalamaya çalıştığı gerçeğiçoktan beri biliyor ebruzen:
hiçbir olayın tekrarı yoktur.
Hiçbirşey tekrar edilebilir olmadığı gibi,
Göründüğü gibi de değil. Eşyanın rengi, biçimi ve hacmi,
İnsanın eşyaya eklenmesi ile herşey gerçeküstüne doğru kanatlanıyor.
Ebru, suretin sirete dönüşünü, gözün gördüğünün gönüle düşüşünü temsil ediyor.
Ebruzenin su ile serüvenidir bu.
Her serüven gibi, nerede başladığı bilinen,
nereye vardığı kestirilemeyen bir serüven.
Ve hangi kalbi fethedeceği bilinmeyen bir akın.
Hangi gönülde durulacağı bilinmez bir coşku..
Ruhunu renge ve ahenge tekne yapıyor ebruzen.
Boyayı kalbinden damlatıyor.Göze bir sürme gibi çekiyor gönlünün karasını.
Rengi ve ahengi, aşk denizine salıyorAşkı suya düşürüyor..
Yakıyor suyu..
Tevhid sırrının yüzüsuyu hürmetine kesret ateşine salıyor suyu.
Ve ahenkle ve renkle serinletiyor insan yüreğini.
Yandıkça su, alev alıyor aşk.
Ve yüreğimiz kanlı bir ebru oluyor.
Senai DEMİRCİ
4 Şubat 2010 Perşembe
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)